BEYŞEHİR
25 Aralık 2011
Bir fotoğraf isterim derinden ve
sessiz... Bir fotoğrafçı isterim ruhu Akdeniz... Birde
insanlar, birbirinden aziz. “Bir fotoğraf isterim güneşi
söndürmeyeceğimiz” diyerek sözleştik buluşmaya 25
Aralığın soğuk pazar sabahında...
Bu kez ölümsüz kareler yakalayacağımız ya da
karelerde olacağımız yer beylerin şehri BEYŞEHİR...
Elimizde neler var önce bir bakalım, bir adet PAZAR,
soğuk ama güzel bir pazar, keyifle gidilecek yeni
bir gezi, geziyle bütünleşecek güzel bir dernek,
enerjik, neşeli ve kaliteli insanlar... Hal böyle
iken bana da naçizane Evliya Çelebi misali
gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı yazıya aktarmak
düşer. |
|
|
Saat 7
de her zamanki yerimizde heyecanla hayatımıza güzel
anılar, ölümsüz kareler katmak üzere bekledik
birbirimizi... Herkes tam olduğunda gitmemek için
hiç bir sebebimiz kalmamıştı. Efe 2 de aldık soluğu
salladık kaşıklarımızı sıcacık çorbalarımıza.
O soğukta içilen çorbalar içimizle beraber
dostluğumuzu da ısıtmıştı sanırım, hele ki bu kadar
zarif
İnsanlara birde ''kibar çorba'' verilince değmeyin
keyfimize... Kibar çorbadan bir yudum alan herkes
kendini ''BUCKINGHAM SARAYI'nda'' zannetti
sanırım... Bu his çorbanın muhtevasıyla ilgili
olmalıydı... (bayanların kibar çorba yanında güzelce
işkembelerini içtikleri aramızda kalsın)...
İçimizi ısıttıktan sonra koyulduk yola... Akyokuş
safhasına geldiğimizde Konya ayaklarımızın altında,
herkes usulca başladı deklanşöre basmaya.
Ama gidilecek görülecek yerler vardı daha.
|
Buzla kaplanmış Altınapa barajı tüm
güzelliğiyle ilerde daha ne güzellikler var bu daha
başlangıç der gibiydi...
Altınapa Barajı, Konya'da, Meram Çayı üzerinde,
sulama ve içme suyu temini amacı ile 1963 - 1967
yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır. Kaya
gövde dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 325.000
m³, akarsu yatağından yüksekliği 32,00 m, normal su
kotunda göl hacmi 15,00 hm3, normal su kotunda
gölalanı 2,20 km²'dir. 1.400 hektarlık bir alana
sulama hizmeti vermekte, yılda 38 hm3 içme-kullanma
suyu temini sağlamaktadır. |
|
|
Kızılören ufukta göründüğünde
herkeste bir an, bir durum, bir umut, bir mutluluk
belki de yakalanacak bir hüznün ironik bir sevinci vardı. Sanki kadraja
sığan her renk her ışık deklanşörle beraber
sonsuz evrende ölümsüz hale gelirken yakalanan
karedeki fotoğraf kimine göre bir o kadar ağır
kimine göre bir o kadar güzel kimine göre bir o
kadar derin geliyordu. Ve bu heyecanı, tutkuyu her
koşulda ve şartta başaran FOTOSEL ekibinin içinde
yer almak beni ayrıca heyecanlandırıyordu.
Damda kar kürüyen abimiz içtenlikle isteklerimize uyup
damdaki kar bitene kadar bize poz veriyor birde
gülerek pozlardan istiyor. Herkeste bir telaş...
Amaç en güzel kareyi yakalamak.
Kürünecek kar bitti diye üzülürken diğer damda onca
yılın yorgunluğuna rağmen hala ayakta dimdik
damındaki karı kürümeye çalışan yaslı teyzemiz
çekildiğinden haberi olana kadar dolduruyor fotoğraf
karelerimizi...
Bir amca ilerden geliyor ne işiniz var bu soğukta
diyerek... Anlıyoruz ne kadar üşüdüğümüzü. Ama tabi
amcayı çekmeyi de ihmal etmeden... Sığınıyoruz bir
köy kahvesine. Sobanın sıcağı ve sıcacık çay mı?
Yoksa fotoğraf askı mı? Sıcak bize 5 dk
hükmedebiliyor. Gene düşüyoruz soğuk ama eğlenceli
yollara... |
|
Beyşehir... Beylerin şehri Beyşehir
bizi karşılamıştı bir dost merhabasıyla... Herkeste
bir telaş hangi güzel ayrıntıyı yakalasam diye
ayrılmıştı dört bir yana... Sazlıklar, gölde
kayıklar, çeşit çeşit kuşlar, taş köprü. O kadar çok
karelenecek şey vardı ki... Sıra Eşrefoğlu camiyi
ölümsüzleştirmeye gelmişti. Tüm ihtişamıyla, mistik
havasıyla ahşaptan yapılmış uzun uzun sütunlarıyla
insanı hayrete düşüren bir mimariye sahipti
Eşrefoğlu camii... İnsan hayranlık duymaktan başka
bir şey düşünemiyordu bunu yapan ellere, beyine.
Rengarenk vitray camdan süzülen ışıklar... Uzun
tahta sütunlar... Birbirinden heyecanlı
fotoğrafçılar. Çekilen fotoğraflarda bir o kadar
güzel olmak zorundaydı tabii ki saygıyla sessizlik
içinde çekildi pozlar... Ve herkesin aklında sorular
sorular. |
|
Yıllar ne çabuk geçti değil mi? Daha dün 1299 senesinde
Eşrefoğlu Süleyman Bey yaptırmadı mı seni. Kimlere
namazgâh oldun kim bilir? Nice sultanlar, nice
garipler geldi geçti kapından. Belki daha binlerce
yıl orada ayakta duracaksın. Eyyy Eşrefoğlu Süleyman
kalkta bak, eserine torunların sahip çıkmışlar.
Ruhun şad olsun, mekanın Cennet.
Eşrefoğlu Cami Anadolu’daki ahşap direkli camilerin
en büyüğü ve orijinalidir. Konya’nın Beyşehir
ilçesinin kuzeyinde, İçerişehir Mahallesi’nde yer
alır. 1296-1299 yılları arasında yapılmıştır.
Orta Asya’da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan
şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin
ülkemizdeki bir örneği olan Eşrefoğlu Cami, çok
sayıda ahşap sütun üzerinde yükselir. Yüzyıllar boyu
kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının
ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve
ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap
sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965
yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini
yitirmiştir. |
|
|
6 metre yüksekliğinde, çini mozaik ile kaplı çok
görkemli bir mihraba sahiptir. Anıtsal bir taç
kapısı vardır. Minberi tamamen ceviz ağacından,
oymalı ve çatmalı tutkalsız yapılmıştır. İnanılmaz
bir düzgünlük ve incelikte yapılan minber geometrik
şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplıdır. Caminin
tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir.
Özellikle konsollardaki kökboyalı motifler dikkat
çekicidir. Eşrefoğlu Cami, Selçuklu Ulu Camileri’nde
görülen şu özelliklerin tamamını barındıran tek
örnektir: Çoğul ahşap sütunlu, tavanı tamamen ahşap
ve kalem işçiliği ile süslenmiş, minber tamamen
ahşap ve Kündekari tekniği ile yapılmış, mihrabı
çinili.
Beylikler Devri’nde Eşrefoğlu Beyi Süleyman Bey
tarafından yaptırılan bu camii, Eşrefoğlu toplu
yapıları içinde yer alır. Cumhuriyet döneminde
1934’ten itibaren zaman zaman tamir edilmiştir. Bu
tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle
örtülmüş; sonra bakırla kaplanmıştır.
Emir Seyfettin Süleyman’ın 1301 tarihli türbesi, caminin
doğu duvarına bitişiktir.
|
Caminin büyülü ortamından çıkınca
anladık ne kadar çok acıktığımızı... Yemek
yiyeceğimiz yere gitmek için sabırsızlanırken nerden
bilebilirdik ki arabamızın bize oyun oynayacağını...
Allahtan güçlü beyler arabayı iterek çalıştırdı
bizde sazanlarımıza kavuştuk tabii ki yolda kalmamak
için arabayı çalışır halde bırakmak şartıyla.
Soyadımı sevmemi sağlayacak kadar güzel bir sazan
geldi, sonra balığın vazgeçilmezi helva yendi.
Çaylarda içildikten sonra çok ta bekletmemek lazımdı
Eflatun Pınarını...
Eflatun Pınarına geldiğimizde sabırsızlıkla
karelenmeye başladı anıt... Köyün köpeği deli gibi
bir o yana bir bu yana koşturduğundan dolayı uzakta
kalsam da fotoğrafçılarımız eminim mükemmel kareler
ekledi makinalara. Koşa koşa gelerek sergi açan
çorapçı teyzelerde nasibini aldı bu kısa molada...
Eflatunpınar anıtı, beldenin yaklaşık 4 kilometre
kuzeybatısında yaz kıs rahatlıkla ulaşılacak bir su
kaynağının yanında bulunuyor. Bu gibi anıtların hem
yol, hem su için işaret, hem de bir tapınma yeri
olarak yapıldığı söyleniyor. mö 13.yüzyıla ait,
havuzlu ve on dokuz tas bloktan oluşan,7,5mx7m
boyutundaki kutsal Hitit anıtı, doğanın 3 bereket
öğesi olarak toprak, su ve güneşi simgeliyor.
Anıtta, oturur durumda bir tanrıyla bir tanrıca,
aralarında ve iki yanlarında üst üste yerleştirilmiş
birer çift karma varlık bulunuyor. Anıttaki
tanrıçanın güneç tanrıçası Arinna, tanrının ise
fırtına tanrısı Tarhuzza olduğu; alt sıradakilerin
ise dağ ve yer altı sularını tasvir ettiği
sanılıyor. Anıtın her iki yanında birer adet pınar
tanrıçası bulunuyor. Anıta bağlantılı olarak
yapılmış olan 30mx35m boyutundaki kutsal havuz ayrı
bir değer katıyor buraya. Bin tanrılı Hitit inanç
dünyasının içine giren Hurrili tanrılarla Hititli
tanrıların birlikte betimlediği anıt, bir bakıma
barısı da simgeliyor. Anıtın hemen karsısında, üst
kısmı tahrip olmuş, tahtta oturur durumda
tanrı-tanrıca cifti yer alıyor. Havuzun önünde
bulunan, boğa kabartmalı gölet roma dönemine ait...
|
|
Eflatun pınarından çıkıyoruz
Beyşehir’e doğru yola... Yolda ayak değmemiş ıssız
bucaksız bembeyaz kar esir ediyor bizi kendisine...
Durmaktan başka çare kalmıyor. Herkese başka bir anlam
çağrıştıran bana yalnızlığı anımsatan ağaç değişik
değişik pozlar veriyor herkese... |
|
|
|
Hava kararmaya başlıyor...
Regülatörün enfes ışıklarının suya yansıyan aksini
fotoğraflamak üzere çıkıyoruz tekrar yola... Renkler
dans eder mi? ediyor. Suyun önüne ket vurmak öyle kolay
iş değil. Hem de aynı zamanda köprü olacaksın üzerinden
insanlar geçecek... Yıllarca suya, doğaya ve insanlara
karşı sabırla duracaksın orda. Suyun ovaya olan
hasretini denetleyeceksin. Her şey senin elinde, izin
verirsen ovalar yeşerip çiçekler açacak sayende. Hep
orda kal taş köprü ovaya baharı getir, bizlere de güzel
fotoğraf kareleri. |
|
|
TAŞKÖPRÜ: Konya Ovası’nı sulamaya
yönelik olarak yapılmış olan köprü Beyşehir'in
sembolü gibidir. Konya Ovası’nın sulaması ile ilgili
bilinen ilk proje Kanuni devrinde ortaya konmuştur.
Dönemin vezirlerinden Koca Haydar Paşa tarafından
hazırlanan sulama projeleri içinde: ''Beyşehir ve
Suğla göllerini bir kanala birleştirmek Suğla Gölü
suyunu muhtelif kanallarla Çumra Ovası'na
akıtılarak, Konya Ovası'nın sulanmasını temin
etmek.'' gibi bir planın varlığı görülür.
Doğanbey'de nahiye müdürlüğü yapan ve Hayıroğlu
Köyü'nden olan Kurukafa Mehmet Efendi çaydaki su
kaçağını görünce gölün kuzeyinden yeni bir kanal
açmayı planlar. Kurukafa ve köylülerden Hasan
Eğen'in yaptığı çalışma, arazi üzerindeki bazı
olumsuzluklardan dolayı yarıda kalmıştır. Kurukafa
Projesi ile ilgili çalışma sürerken, o sırada Konya
valisi olan Avlonya’lı Ferit Paşa da bilgi sahibi
olmuştur. Daha sonra sadrazam olan Avlonya’lı Ferit
Paşa 1898'de bu meseleyi gündeme getirir.
Anadolu-Bağdat demiryolu inşaat şirketi namına
Holzman'ın editlerine dayanarak Anadolu Osmanlı
Demiryolu Ortaklığına 1907'de ihale edilir. Yapımı
da 1908-1914 yıllan arasında tamamlanır ve 850000
altına mal olur. Osmanlı Devleti'nin kurduğu ilk
sulama projesidir. Köprü aynı zamanda baraj görevi
de yapar. Kuzey güney yönünde uzanmış olup, 15 tane
gözü vardır. Göze hoş gelen bir yapı olup, oldukça
dayanıklıdır. Yeni köprünün 1997'de açılması üzerine
taş köprü taşıt trafiğine kapatılmıştır.
Regülatörden Çarşamba Çayı’na dökülen sular, 216 km
civarında bir mesafe katederek Konya Ovası'na
ulaşır. Kanal vasıtasıyla gölden ortalama 500 milyon
m3 su alınmakta olup, bu suyla 70000 hektar arazi
sulanmaktadır. |
|
Artık hava kararmış karlı buzlu bir
geri dönüş yoluna çıkmanın vakti gelmişte geçiyordu
bile...
Herkes
mutlu, huzurlu bir o kadarda yorgun sıcacık otobüse
tek tek binmiş günün kritiğini yapmaya başlamıştı
bile...
Gelemeyenlerin bir kez daha pişman olacağı bir güzel
geziyi daha sonlandırdık... Anılar hanemize belgeli
belgeli güzel hatıraları ekledik.
Hande
SAZAN |
|